PAMUK ‘UN VEDASI

İlk şeker hastası olduğum zamanlar hastane sistemleri daha koordinasyonlu çalışmadığı için sabahın en erken vakti kalkar hastane yolunu tutardık annemle. Sıraya numara yazarak isim girişi yaptıktan sonra polikliniğin açılmasını beklemek için dışarı çıkardık. Gün doğumundan sonra güneşi ensende hissettiğin bir sabah vakti olur ya, havası mis gibi gelir buruna; işte tam da öyle bir sabahtı. 

 Karacaahmet’in üst girişinden gasilhanaye doğru giden, mezarlıkların arasından aşağıya doğru inen yolda tam da bu hava ve koku vardı. Ve bir Cuma vaktiydi, Cuma akşamından bize veda eden. Belediye çalışanı kalabalık olmadan mezarlıklar işe erken başlamış olacak ki yol ıslak ve etraf bir o kadar güzel toprak kokuyordu. Adımlarımız sakin ve bir o kadar ahesteydi. İçime işleyen gözyaşları bir zincir oluşturup göz pınarlarıma kilit vurmuştu. Geceden kalan haberin dumanı daha üstümüzdeyken, yoğun bakım kapısının önüne yığılan biz değilmişiz gibi tekrardan küllerimizi toplamaya gidiyorduk. Ne güzel bir veda, sana en çok yakışan. Rüyalarımdaki gibi. İnsan ölümü nasıl karşılamalıydı ki? Hastane kapısında acı haber geldiğinde dizleri üstüne çökerek mi yoksa feryat figan ağlayarak mı? Bence Elif gibi, dimdik bir tevekkülle karşılanmalıydı. Öyle de oldu. Bebekler doğduklarında aile tarafından isim verilirken anlamına çok dikkat ederek koyarlarmış ismini hayatında da taşısın diye. Elif gibi dimdik. Sabır ve tevekkül ile…

 Acı bizi olgunlaştırır evet, ama kaç yaşında olursa olsun bir birey annesizliği nasıl karşılar henüz bilinmiyor. Kaç gözyaşı, kaç anı birikmesi gerekir ki? Bize kalan hatıralar ömrümüz boyunca muhabbetler esnasında hatırlanacak. Bir boşluğa dalıp ardından başka bir sohbetle hayatımıza devam edeceğiz. Bizim milletimizin ağzında “ Allah sıralı ölüm versin çocuğum” diye bir tabir yahut dua var. Evlat alışır alışmasına da, bir anne nasıl alışır evlat acısına. 90 yaşındaki bir çınarın göz altlarındaki kırmızılıklardan şahidiz. 2.kez o kapıya gelen yeşil cenaze aracından inerken baktığım o sema gözlerden şahidiz. Yürümeye bile mecali yokken “yavrum” diye haykırmasından o çıkmayan ince sesinden şahidiz. Göz göze geldiğimizde kaçırdığı gözlerden şahidiz ve en önemlisi yüzündeki çizgilerden şahidiz. Kapıda kalabalığı görenler “sema gözlü teyzeye mi bir şey oldu?”  diye sorarken ailenin yanan ateşi daha da harlanıyordu elbet. Kırgın gönüller o gün birleşmişti. Konuşacaklar o gün susmuştu. Gidecekler o gün kalmıştı. Ve küsenler o gün barışmıştı ve her şey de bir hayır yeniden bize uğramıştı.

 Günümüz insanları çok çabuk unutuyor. Cenaze sabahı kallavi bir sofraya oturabiliyor yahut günlük dedikodularına ve gereksiz, samimiyetsiz muhabbetlerine devam edebiliyorlar. Bazen dönüp baktığımda acaba ben mi bu kadar derin düşünüyorum diye kendimi aklımın içinde bulurken, varsın ben derin olayım diyorum tüm duyarsız ve duygusuzlara karşı.  

 

 

                                                                             TÜM OKURLARIN KAYBETTİKLERİNE RAHMETLE…

                                                                                                                                        01.08.2024

 

 Yazar: Sevim Akbaş

                                                                          

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir